26 Mart 2009 Perşembe

DEFİNE *

“Olay seneler önce karşı dağın eteğindeki köyün yakınlarında oluyor,” diye söze başlıyor orta yaşlı adam. “ Ermeni ihtiyar arkeologdur. Ermeni, definenin yerini biliyor. Çantasındaki define yerini bulabileceği harita ve diğer araç, gereci yanından ayırmıyor. Günlerce bir köy evinde misafir kalıyor yaşlı adam. 3,5 sene. Ev sahibi define meraklısı biri. Birlikte antik çağa ait çok şeyler buluyorlar. Bunlar, yüzükler, bilezikler, paralar ve o çağın insanının yaşamı için gerekli araç-gereçler. Bulduklarını Ermeni’nin çantasında saklıyorlar.

Üç buçuk senenin sonunda arkeolog Ermeni, ‘ güvenirliliğimi ispatladım artık.’ düşüncesinde.

Buluntularla ayrılıp ülkesine giden ihtiyar, günler sonra paralarla dönüyor. Dönüyor çünkü aradığı başkadır. ”

--------------------------------------------------------------------------------

Orta yaşlı adam, tepeye çıkmış, sırtını dağa vermiş, sigarasını yakmış, yönü kuzeydeki kasabaya dönük, garip duygular içindedir.

İçindeki ikilemle tartıştığı ve bundan da galip çıkmanın sevinci gözlerinden okunan adam, ev bulabilme sorununu yarı yarıya çözen Mitad’a bakıyor.

Ömer’in dudakları tebessüm taşıyor.

“ Şu define olayının kalanını anlatmanı istiyoruz senden. “ diyor Mitad.

“ Peki anlatayım,” diyor Ömer:

“ İlerleyen günlerde köylü, Profesörden dağdaki her bir otun bir derde çare olduğunu öğrenir.

Bir gece aradıklarına yaklaşmak üzereler.”

Anlatılanları can kulağıyla dinleyen Mitad, “hadi anlat anlat, neden duruyorsun?” diye orta yaşlı arkadaşını tahrik ediyor.

“Dedim ya, bir gece aradıklarına yaklaşmak üzereler. Adamın define için her kazma vuruşu, vuslata yaklaşıyorlarmış duygusunu taşıyor Profesörde. Profesör, adamın başında bekleyen bir asker gibidir sanki.

Bir anıt gibi.

Acı bir fotoğraf gibi.

Hisleri karma karışık.

Belindekini arasıra yokluyor

Metrelerce kazdılar. Görünen iri bir taş. Kazma, her vuruluşunda gerisingeri geliyor.

Anıt mezar olsa gerek.
Ağaç manila. Anıt mezarın kapağı ağaç manila yardımıyla açılabilir düşüncesindeler ikisi de.

Lahitin kapağı.

‘İşte eski bir uygarlık. Aradığımızı buluyoruz. Belli bir uygarlık, zengin bir ulusun ileri gelenleri için yapılan lahitlerden biri bu?’

Profesörün düşünceleri karmakarış.

Kapak ağır mı ağır.

Açıyorlar.

Kapak yana yatıyor.

Kemikler… Antik eşyalar arasına saklanmış müthiş güzellikte bir yuvarlak.

Altından bir top. Taştan su kapları. Altınlar, gümüşler, paralar ve bilezikler.

Köylü adam eline altın küreyi alıyor. Özenle tutuyor. Bir top büyüklüğünde, ya da orta bir karpuz büyüklüğündeki altın yuvarlak her ikisinin de başını döndürecek kadar güzel.

Müthiş bir şey bu. ‘Aradığımızı bulduk.’diye düşünüyor profesör yeniden.

‘Bana ver!’diyor yaşlı adam.

Elini küreye uzatıyor.

İşçi adam iki eliyle sıkıca tuttuğu küreyi yaşlı adama uzatıyor. Zoraki bir uzatış bu. Vermese miydi acaba?

`Altmış köşeli, altmışgen.’ diye mırıldanıyor yaşlı adam göğsüne bastırdığı küre için.

Üzerinde, her köşesine işlenen resimler aynı kadına ait. 60 yaşında ölen kraliçenin çocukluğunu, genç kızlığını, evliliğini ve ortayaşlılık halini temsil eden resimler bunlar.

-------------------------------------------------------------------------------

Ömer, anlaşılmayan bir nedenle anlatmasını bırakıyor.

Hüzünlü.

Az önceki sevincini aramak beyhude gözlerinde.

Somurtmasından belli.

Bakışları bir noktaya.

Gözleri nemli gibi.

Çevresinde acı bir hüzün dolaşıyor sanki.

‘Bu küre neden benim olmadı? Ya da neden öyle bir antik eser bulamadım şimdiye kadar? Senelerden beri bu işlerle uğraşırım ama bulamadım işte!’

Define kendininmiş de, ya da kendi eski çağlarda yaşayan biriymiş de… Adamların küreyi almalarına hayıflanmıştı bir kere.

“Hadi anlat! diyor Mitad, heyecanlı oluyor.”

"Altın küre profesördedir. diye devam ediyor anlatmasına.

Yürüyorlar.

Köylü önde, yaşlı adam arkada. Nedendir, bilinmez saldırmak için arkadaki fırsat kollamaktadır.

Ayağına takılan taştan sonra köylü tökezler. Düşmemek için sağa sola yalpalar. Yaşlı Ermeni saldırır. Saldırı aleti: Yine bir kazıda elde ettikleri antik çağ aletidir. Kama.

Kama, tökezleyen adamın bacağına saplanır.

Kamayı adamın bacağında bırakan Ermeni, yerde yuvarlanan altın küre ile kaçar.

..........................................................................................................

Gökten vuran ay, yaşlı Ermeni’nin gölgesini büyütüyor, karanlıkta kalan yüzünü aydınlatıyor. Bir telaştır, korkudur vücudunu bürüyor. Karanlıkta acım daha az olur düşüncesiyle kendini ağaçların duldasına atıyor. Rüzgarın sesine uyarlanan içindeki heyecan artıyor. Korkusu, taki yayla evlerinden sabahın müjdecisi horozların seslerine kadar sürüyor.”

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder