25 Mart 2009 Çarşamba

BİR ÇOCUK KADAR MASUM *

Bu gün geç gideceğim işyerime, diyorum kendi kendime. Eeşim duymasın. Nereden duyabilecek ki! diye düşünüyorum sonra. Duymadı ama hissetti. Evet, geç gideceğim işyerime. Amirimin ve birilerinin tepkisini ölçmem için şart. Nasıl bir duygu bu? Bilmiyordum. Uygulamamıştım ki, bileyim. Tatlı ama insanı geren bir duygu.

Dakikalar oldu mesai başlayalı, diyor biri.

İmza defteri kaldırılmış. Amirin odasında. Kapısı açık. Amir içerde olsa gerek. Ceketi ilikliyecekmiş gibi ediyor, kapıdan içeri eğiliyorum. İyi ki iliklememişim, diye söyleniyorum sonra. Biri bana bakıyor.

İşyerimde, pencereden bakıyorum. Sonra rüzğarın sırtımı dövdüğünü hissediyorum. İleride Sigorta Hastanesi lojmanı ve penceresinden bir şeylere eğilen hemşiresi, balkonunda kurumaya asılı giysiler. Yakınımda unutulmuş musluktan gelen su sesi. Göz kapaklarımın altında, uzun ve kıvrık gagalı, sert bakışlı kuşa ciğer veren taksi şoförleri. Önümde Hastanenin idari binası ve bina yüksekliğinde uzanan ağaçlar.

Bitkinim ama, diyor.

Onlar, uykusuz geçirdiği gecenin özlemini duyan acil servis doktorları ve hemşireleri.
İçlerinde biri var ki, gönül adamı, şair dostu, yazar arkadaşı: Ejder.

Bitkin olsam da, yorgun değilim.

Saçım uzasa da temizliği seviyorum.

Sakalım uzasa da kesmeye zorluyorum kendimi.

-------------------------------------------------------------------------------

Doğan yaklaşıyor.

Bayan memur yarım bıraktığı çay bardağına bir fiş atıyor. Peşinden, memur Daldal da aynı hareketi yapıyor.
Şimdi, Doğan, burnumun dibinde ve acı dolu bakıyor.

Akılbaliğ olmamış bir çocuk kadar masum.

Ziya’nın çayına göz dikiyor. Her nedense Ziya dönünce yarım çayını başına dikiyor. Yüzünü buruşturması, suratını asması sıcak çayın boğazını yakmasındandır.

Odacı Ahmet ve Yavuz’a veryansın ediyor. Ama her ikisi de onun küfürlerine alışkın. Doğan’nın ağzından çıkan sözlerden memnunlar.

Ne yapacak belli: Yine para peşinde. Bu İşyerinden ötekine gidecek birazdan.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder