25 Mart 2009 Çarşamba

BARAKALAR *

Vatansızlık zor. Ne bir toprak ne de millet var. Böyle bir toplumun çocuklarıyız biz. Bağımsız bir toprak istiyoruz. Mülteci kampları... Yalnızca barakalar. Güvencesi olmayan barakalar. Kışın ne soğuğa, ne da yazın sıcağa dayanıklı olan barakalar.

Tepenin ardına saklanmak isteyen güneş yüzüme vuruyor.

Saçlarım kımıldıyor. Herşey tuhaf. Günün neresinde birilerini görsem dona kalıyorum. Gidin, uzaklaşın benden der, gibiyim. Sanki onlarla hiç ilişkim yok artık. İhtiyacım yok onlara, bedenim titriyor görünce onları.

Ülkelerin; mallarımızı, topraklarımızı elde edebilmek için böyle yapmaları.
Neticede kendilerinin dünyaya kazık çakabileceklerini hesaplayarak başkalarının yaşamına el atıyorlar. Başkalarına yaşam hakkı tanımıyorlar, onların yaşamlarına dur diyorlar. Bir mülteci kampında barakalar içinde doğup, büyümek ve işgal altında yaşamak, anlatılamayacak kadar zor.

Taşlar arasına yaslanıyorum. Gece böceklerinin sesleri, yarasaların üzerimden geçmeleri…

sonra, ilerideki ardıç ağacına dayanıyorum.

Uyumuşum. Eyvah; diyorum sonra. Kendim duyabilecek kadar ses çıkarıyorum. Tüfeğimi yokluyorum. Ne kadar uyuduğumu tespit edebilirim. Uyumadan önce Merkür – çocukluğumda, çoban yıldızı derlerdi – gezegenine bakıyordum. Batıdan aşmasına tüfeğimin boyu kadar mesafe vardı. Şimdiyse Dünya’nın gece olmayan kesimini dolaşmış, yeniden doğmuş doğu kesiminde. Bu gezegen Dünyaya en yakın gezegen. Yıldızlar bundan kat kat uzakta olsalar gerek. Uzaya ilişkin bildiklerim silinmiş gibi. Neden sonra, Dünyaya en yakın yıldızın Alpha Centevri, ışığının dört yılda bize geldiğini hatırlıyorum. Yorgun kafama bir de bunlar ekleniyor. Nasıl götürmeli bu yükü? Beynim duracakmış gibi. Neden sonra babamın öğrettiklerini hatırlıyorum: “Yıldızlar eğilip hiçbir şeyi selamlamazlar. Ancak bizler, gündüzleri savaşan, geceleri karanlığın ortasına yaslanan bizler müstesna”.

Sakinleşiyorum. İçimdeki sis azar azar dağılıyor, yerini asırlar sonra gerçekleşecek bir muştunun mutluluğuna bırakıyor.

Düşümde çok şeyler gördüm: Korkulukları çelikten yapılmış bir apartmanın balkonundaydım. Yemek hazır diyorlardı. Masada çeşitli yemekler. Yalnızca çorbaya uzanıyor, kaşıkla almak zorlaşınca da kabı başıma dikiyorum. Sonra uzun sigaramı birileri yakıyor.

Balkondan kente göz kırpan güneşin son ışıklarını seyrediyorum.

Geçemedim ötesine zamanın. Bir sır gibi kaldı bende eskiler. Bütün çizgiler belleğimde yer etti.

Barakadayım.

Pencereyi kapıyorum.

Ay, barakalar arasından cama vuruyor. Lekeli ve saydamsı bir ışık dolaşıyor içerde.

Kalkıyorum.

Karanlık vuruyor yüzüme. Herşey acı. Karnım aç. Dudaklarımda çocukluğumdan kalma gülümseme.

Midemin sızladığını algılıyor, bedenimde kimi yerlerin acısını duyuyorum. Çay geçiyor içimden. Neden sorma yapamam ki, diyorum. Parmağım ağzımda düşünüyorum. Birden ekmeği kapıyor, sanki yıllardır özlemişim gibi bölmeden ısırıyorum.

Ufuk açık. Demek yavaşlamış yağmur. Çıkıyorum.

Yağmur sırtıma vurmuyor. Sağanaktı. Dindi bile. Başka bir elbise var gibi sırtımda. Rengi bozulmuş gibi.

Gündüz.

Güneşin, yağmur sonrası bulutlar arasından çıkan taze ışığında uçuşan kimi sinekler elime üşüşüyor. Sonra parmaklarıma, sonra da ayırdığım ekmeğe konuyor. Acımamalıyım, hiçbir varlığa acınmaz. Sinekleri öldürmeğe çalışıyorum. Neden sonra öldüremiyorum? Bir sigara, ardından bir sigara daha. Sinekleri yeniden tutmaya çalışıyorum. Kutsal varlıklarmış gibi elim üzerlerinde şekilleniyor. Sinekler de anılar gibidir, diyorum sonra. Birden yaklaşıyorlar, sonra uçup kayboluyorlar.

Bu topraklarda özgür ve bağımsız olarak, hiçbir kimsenin hükmü altında ezilmeden, hiçbir azınlığın zulmü altında kalmadan yaşamımızı sürdürebilecek miyiz?

Hava serinledi. Rüzgar güneyden esince öndeki barakaların kapıları aralandı. Baraklardan çıkan çocuklar orta yerde toplandılar. Kimi ellerindeki çamurdan yaptıkları oyuncakları öbür arkadaşlarına gösteriyor, kimi anasının ekmek hamurundan bir topaç çalmış, oynuyor, kimi de ellerindeki bir parça bazlama ile oyalanıyor.

Belki az sonra bir top mermisi bu çocukların ortasına düşecek. Bir kaçı ölecek, kimi yaralı, kimi de barakalara kaçacaktır. İşte mutluluğa engel tablo bu. Duman ve barut içerisinde sürdürülen hayat.

Yorgun gözlerim açık. Yine düşümde çok şeyler gördüm:

Kırlangıçlar tepemde dönüyor. Güneş, orta yere doğru yavaş yavaş yükseliyor, bir çam ağacının tepesinde karar kılıyor; gözlerime çamın dikenimsi yapraklarını salıyor. Uzaklardan silah sesleri geliyor. Bir helikopter karşı dağın eteklerinde dolanıyor.

Gençlik yılları ve acı tatlı anılar beynimde şekilleniyor. Yorgun başım tüfeğimin üzerine düşüyor.

Hava soğuk, rüzgarla dolaşan kokular ve ölüm.

Barakalar uzakta görünüyor.

Karanlık, barakalara ivedice giriyor.

Bana öyle geliyor ki, insanların çoğu çirkin işler yapıyor. Böyle düşününce yüreğime bir korkudur üşüşüyor, bedenimi bir titreme alıyor.

Duman ve barut kokuları sinmiş barakalarda geçti çocukluğumuz. Şimdi de çocuklarımız aynı çizgide.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder