25 Mart 2009 Çarşamba

DEDEM VE SEVGİLİSİ *

1900’lü yılların başında, Osmaniye yakınlarındaki tiren yolu için yapılan tünellerin inşaasında askerlikten düşülmek üzere çalıştırmışlar onu.

Dedem Köse, kilometrelerce uzakta bıraktığı ailesine gidip, çocuklarını görmek düşüncesi ile başlarında bulunan subayları ile anlaşır.

Akşam, Yeşildere ismindeki köye gelir. Köyde geceler ve sabahleyin ona kılavuz olarak bir çocuk verilir. Ceyhan nehri burada geçit vermez. Ancak üzerine asma köprü yapılmıştır.

Köse, geçme ile geçmeme arasında bocalar. Kılavuz çocuğun yüreklendirmesi, geçme yönüne meyillendirir onu. Ama orta yere geldiğinde su çoğalır. Sanki kaynıyormuş gibi gelir.

Çocuk: “ Bre Emmi, değirmene gitmek için biz buradan yükler sırtımızda geçeriz,”der.

Geceyi Anabat ismindeki bir köyde geçirir. Konuk olduğu aileye kendini tanıtır.

Üçüncü gün evindedir.
----------------------------------------------------------

Seferberlik günleri başlar.

Dedem Köse`yi seferberliğe alırlar.

Önceden bir suçu vardır. Hani, çocuklarını görme arzusu ile gelişi vardı ya, işte bu kaçma olarak değerlendirilir.

Babamın anlattıklarına göre eğer af olmasa imiş sonuç idama kadar gidecekmiş.

Köse Mehmet savaşa gidince, Köse nenem dermiş ki; “ iki çocukla kalakaldım.”

*

Seferberliği Bağdat`tadır. Düşman, İngilizdir. Kandırdıkları Arapları saflarında tutmayı başarırlar.

Birara, Bağdat yakınlarında karargâh kurarlar.

Yine babam Ahmet Fakı’nın anlattıklarına göre, İngiliz uçaklarının yağdırdığı bombalardan Fırat suyunun metrelerce yükseldiği ve nehirde çamaşır yıkayan kadınların, yıkanan çocukların kaçıştıklarını canlı gibi anımsarmış.

*

TOKAT


Tadatta Ali Çavuş’tan yediği tokadı unutamazmış.

Ali Çavuş, dedemin yeğenidir.

Çavuş, bir gün askerlerinin saflarını düzeltir. Ama içlerinde biri var ki safı bozmaktadır. Uzaktan, subay görür ve Ali Çavuş’a dedemi işaret eder.

Bir tokat.

Dedem kendine gelmiştir.

Ki, Çavuş’un böyle yapması gerekiyormuş. Dedemin geride bıraktıklarını düşündüğünü tahmin eden Ali Çavuş: "Dayı, der, Yatıkkoz`da çadır kuruyordun değil mi?"

`Nasıl da bildi. Bahar gelmişti. Memleketimin baharı daha bir başka olur.` diye düşünür.

*

ÇAVUŞ VURULUYOR


İngilizlerin sayısı çok fazla. Bir kısmı mevzide dinlenirken ikinci yarısı savaşmaktadır. Eğer, 2. yarısı yorulmuşsa 1. yarı taarruza geçiyor.

Bir gün, hiç neden yokken, ummadıkları bir anda, gündüz saldırıya uğrarlar. Şimdi bu da neyin nesi, demeye kalmaz. İngilizler, Ali Çavuş`un da içinde olduğu bir bölük askeri aralarına alırlar. Çatışmada, Çavuş’un sağ çenesine isabet eden mermi soldan çıkıp gitmiş, geride kan bırakmıştır. İngilizler, onu ve diğerlerini alıp Hindistan tarafına götürürler.

Dedem onu hep ölmüş bilmiş.

`Nasip olur da, yıllar sonra döndüğümde memleketteki eşine, dostuna ne demeliyim?.` diye düşünür, dururmuş. `Oğlunuzu orada bırakıp, geldim mi demeliyim?’

’Normal olmayan bir şeyler dönüp duruyor,anormal olan da ne ki? (acaba).’İşte Köse’de oluşan düşünce.

Köse mutsuz. Askerler mutsuz, tasalı ve kaygılı.

Yeğeninin öldüğünü sansa da, (Ali Çavuş`un) uzun aylar ve senelerce Hindistan’daki esareti sürer.

-----------------------------------------------------------

MAHVOLMUŞUM

Ali Çavuş yok artık. Dertleşeceği kimse de yok.

Gece uyudu. Düşman ileride, mevzide.

Kendileri de mevzideler.

Gökteki ay, çölün kumlarını yıkıyor.

Ayakta.

Belki uyumuş. Hayır, olamaz, daha neyin nesi. Asker uyur mu? Mızkanmış (uyanıklığa yakın uyuklama) olabilir. Kısa zamanda çok şeyler oldu. Arkadaşlarının kendini terk ettiğini gördü. Ayın Türkiye yönünden aştığını gördü. Önce herşey sütrengiydi. Artık kumları yıkayan parıltısı yoktu ayın. Batı yönünde başlayan kum fırtınası ayın aydınlığını sönükleştirmekte, kül rengine dönüştürmektedir.

Mevziden çıktı ve arkadaşlarının peşinden yürüdü. Sabahın karanlığında onlara yetişmek zor olacakmış gibi geldi. Gözlerini, karşıdan gelen karartıya dikti ve bekledi.

Hareketsiz.

‘Dönmüşlerdir, geliyorlar,’ diye düşündü.

Gelenlerden biri;

"Asker nereye?" dedi.

Dedem; "Arkadaşlarım gittiler, yalnız kaldım"

"Hayır. Yanılıyorsun. Biz aşçılarız. Sabah kahvaltısı götürüyoruz."

-----------------------------------------------------------

KÖSE VURULUYOR

Babamın anlattıklarına göre, Fethiye Boğazı savaşını unutamazmış.
Zaman zaman da o türküyü söylermiş:

"Havada bulut yok bu ne dumandır?
Mahlede ölüm yok, bu ne figandır?
Şu yemen elleri ne de yamandır.
Kışlanın önünde asker sesi var

Giden gelmiyor, acep nedendir?
Burası Muş’tur(HUŞ`tur-AKN) yolu yokuştur
Giden gelmiyor acep ne iştir?"


Huş yokuşunun zirvesinde mevzilenen Osmanlı ordusu, İngiliz alayına göz açtırmıyor, boğazdan çıkarmıyor. İngilizler, gece ilerlemeye çalışıyor.

İşte o gece dedem (Köse) vuruluyor. (Vurulma olayını babam bilmiyor. Dedem ya anlatmamış, ya da babam unutmuş. Ama ben biliyorum. Sanırım olayı bana dedem, ben 7/8yaşlarındayken anlatmıştı. Aklımda güzel kalmış.)

Dedem olayı bana anlatmıştı:

Düşman 3 kilometre uzaktadır. Boğazın yukarısındaki Osmanlı askerlerine ateş ediyorlar. Ateşle birlikte ortalık aydınlanıyor. Dedem mavzerin ateşinde topuğundan yaralanıyor. Can havliyle, düşmanın üzerine ateş ediyor. Bu ateş sonrası mavzerinden çıkan merminin ışığında bir düşman askerinin dönerek düştüğünü görüyor.

Hayıflıyor.
---------------------------------------------------------

ÇOCUKLUK ARKADAŞLARI

Bir gün askerlerden biri, yakınlarındaki tepede çadır kurup, göçebe hayat süren kimselerin dedeme selamını getirir. Dedem Köse, heyecanlanır ve sevinir. ‘Acaba kimmiş bu tanıdıklar,’ diye düşünür.

Yanlarına vardığında birçok tanıdık yüz bulur. Bunlar, yıllar önce köylerinden göç eden Ermeni`lerdir.

Yaşlı bir kadın, ‘Mehmet`im,’ diye dedeme sarılır. İçlerinde, davar güttüğü arkadaşları, kilisenin bahçesinde oyun oynadığı oyun arkadaşları da vardır. Dedemi şaşkına çeviren kız arkadaşlarının serpilip büyüdüğüdür.

İlerideki ağacın gölgesinden kendine bakan gözlere takılı kalır. İşte bu, kilisenin bahçesinde oyun oynadığı, ilerleyen yıllarda güzelliğini keşfederek gönlünü fethettiği arkadaşı Meryıl’dır.

Genç kız dedeme doğru yaklaştıkça, dedemin karşısında onursal bir duruş sergiliyor gibidir.

Dedemin gözleri yumulur, yıllarca geriye gider ve çevresini ağaçların kapladığı çimler, daha sonra çobanların yaklaşan ayak sesini belleğinden çıkarır.

Dedemin bu hayali, tuhaf bir sıkıntıyı beraberinde getirir. Meryıl’ın boğuk gözlerinin arkasında çok şeylerin varlığını görür. Mesela, saçını karıştırır halde düşlemek, çobanların ayak seslerinin duyulmasından sonra dişini gıcırdatır, dudağını çiğner halde betimler arkadaşını.

---------------------------------------------------------

DÖNÜŞ

Şimdi ne güzel.

Aradan seneler geçti.

Musul`a giden bir tren var, diyorlar ona. Önce Musul’a gitmeli, sonra da Türkiye’ye.

----------------------------------------------------------

Antep`e geldiğinde saygı görüyor esnaftan. Ekmek ikram ediyorlar, para veriyorlar. Bu, askere saygının üst seviyesinden dolayıdır. Yemek ye, demektir.

Maraş’a geldiğinde uzun yol çekmiş askerlerle karşılaşıyor. Bağdat/Maraş arası 52 gün diyorlar.

Üngüt’e geldiğinde aldığı haber onu sevindiriyor:

"Ali Çavuş`un Hindistan`dan mektubu geliyor."

1 yorum: