26 Mart 2009 Perşembe

DEDİ Kİ *

O da öyle diyor işte.

Dedi ki, çiçek götürmeliyim ama, başka?

Dedim ki, çiçek götüreceksin, başka?

Benim sözlerimi tekrarlayıp durma, diye öfkelendi.

Öfkelenmen nedendir, dedim ona.

Beni çileden çıkarıyorsun, dedi.

Sana öyle geliyor, seni çileden çıkarmıyorum, dedim.

Senin bu dillerini ararım, dedi.

Bulamazsın, dedim.

Son sözüm onu iyice çileden çıkardı sanırım. Yüz hatlarından anlamak mümkündü öfkesini.

Bardağı taşıran son damla, dedi ve uzaklaştı.

Ona, sen kimsin, nereye gidiyorsun, bile demedim. Biliyordum ki, sukutum onu iyice hırpalayacaktı. Öyle de oldu: Öfkelice geri döndü. Şöyle bir düşündüm.

Kapıyı açan bendim. Kadir’in oğlu ve elinde bir demet çiçek. Meğer akşamdan bağlantı kurmuş kapıcı Kadir’in hanımıyla. Kadir’in apartmanıyla aramızda iki apartman var.

Başkası değil de neden Kadir’in çiçekleri, dedim gülümseyerek.

Alay etme, dedi o.

Alay etmiyorum, dedim.

Ama, dedi, yüzün öyle demiyor, dedi.

Yüzüm, ne diyor dedim.

İnsanı küçümsemenin her çeşidi var yüzünde.

Uzunca bir süre sustuk. Uzunca bir süre susuşum onun dediklerini kabulleniyor olmamdan kaynaklanmıyordu. Fakat onu daha da yıpratmak bana ters geliyordu.

`Başkası değil de neden Kadir’in çiçekleri`yi yineledim bu defa ciddice.

Oldu işte, dedi. Senden böyle vakarlı olman beklenir, dedi ve ekledi: Kadir’in bahçesi çiçekle dolu. Akla hayale gelmeyecek çiçekler. Gün öncesinden tembih ettim.

Ne dedin, dedim, ciddiyetimi koruyarak.

Gelinlik görmeye gideceğiz, dedim dedi, aman iyisi olsun çiçeklerin, benim gelinliğim kıymetlidir, büyük şehirlerde tahsil gördü, dedim. Peki, dedi Kadir, olur yenge iki tutam çiçeğin ne hükmü var.

Akşam çoktan olmuş, balkona vuran sokak lambalarının ışığında gazetesini okuyan yaşlı adama bakıyordu.

Sonra bana dedi ki, aya ve önündeki yıldıza bakar mısın? Sayılabilir yıllarda böyle bir araya gelirlermiş.

İçeri girdiğinde ağza alınması ayıp olmayan kelimelerle konuşuyordu. Bu defa onu öfkelendiren merak konusuydu.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder